• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Kent ve Yaşam
    • Sürdürülebilir çağdaş bir kent yaşamı, ortak aklın ürünüdür
    • Kent ve Yaşam
    • Sürdürülebilir çağdaş bir kent yaşamı, ortak aklın ürünüdür
Prof. Dr. Doğan Kantarcı
Mümin Aga
19/12/2015

Eskiden Çorlu'nun eski bağları ile yeni bağları vardı. Eski bağlar Çorlu'nun doğusunda, Önerler Köyü ile İstanbul yolunun arasında yer alırdı. Yeni bağlar Çorlu'nun güney doğusunda Beşevler semtinden sonra ve Askerî Hastahane ile eski elektrik santralının arkasında başlar, Havuzlar yolu ile İstanbul yolu arasında yer alırdı. Paşaalan - Şahbaz yolu yeni bağların arasından geçerdi. Bu yolun iki yanı geniş bir otlak olup, Çorlu mer'asına açılır ve "Sığır yolu" olarak adlandırılırdı. Bizim eski bağlardaki bağımız askerî ağır bakım tesisinin arkasında olduğu için istimlâk edilmişti. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu uyarınca Çorlu mer'asına giden sığır yolunun doğu yanı 1948-49 yıllarında parsellenmiş ve1950 yılında bağları devletleştirilmiş olan kişiler ile diğer bazı topraksız ailelere bağ yeri olarak verilmişti. Bize verilen 1 dönümlük bağ parseli sığır yolunun kenarında olup, yolun ötesinde de bir su kuyusu ile bağlar vardı. Mümin Aga'nın bağı bu su kuyusunun güneyinde, meyve ağaçları ve üzüm bağı ile çok bakımlı bir bağdı. Bağın sığır yoluna olan sınırı kazıklar ve tel çit ile çevrilmişti. Tel çit, üstüne sarılmış bitkiler (Kabak vd.) ile yaz aylarında yeşil bir çit görünümündeydi.

Yeni bağ açmak için mer'adan (Trakya deyimi ile buzağılık) verilen parseller 1950 yılının sonbaharında traktör pulluğu ile derin olarak sürdürüldü. O yıllarda Çorlu'da traktörler pek azdı. Çiftçiler hayvanla çekilen pullukları kullanırlardı. Kış boyunca kar ve yağmur derin sürülmüş toprağı kabartacak, ilkbaharda da bağa meyve fidanlarını ve bağ çubuklarını dikeceğiz. İlk işimiz meşe direkleri ile sırıklarından bir bağ kulübesi yapıp, üstünü de ot kaplamak oldu. Kulübenin önüne bir de çardak yaptık. Çardaktan Köprüce Boğazı (güneyde Köprüce Çiftliğinin bulunduğu vadi) ve Marmara Denizi ile güneybatıda Işıklar Dağı (Işıklar Balkanı denirdi) görünüyordu. Kulübenin yanına küçük bir ocak yaptık. Kuru bağ çubuklarını yakarak çay haşlıyorum. Çay is kokuyor. O gün bağlarına gelip, çalışmış yorgun komşularımız akşamüzeri bizim çardakta toplanıyorlar. İs kokulu çayı içerek hem denizi uzaktan seyrediyorlar, hem de tarihten, savaş hatıralarından, bağcılıkta Hafız Ali, çavuş, misket üzümleri vb. konular ile meyvecilik, aşı yöntemleri, dört çekirdekli karpuz yetiştirmek vb. konularda sohbet ediliyor. Dedikodu ve siyaset konuşulmazdı. Ben 1951 yılında ortaokul ikinci sınıfa geçmiştim. Görevim kuyudan serin suyu çekip getirmek, çay haşlamak ve servis yapmak.
Bağın toprağını üç bel boyu (yaklaşık 80-90 cm) işleyerek krizmasını yapıyoruz.
Çatal belimiz yok. Babam Mümin Aga'nın çatal belini almış. Bir gün çatal beli Mümin Aga'ya götürmemi söyledi. Beli omzuma vurdum. Sığır yolunu geçtim. Mümin Aga'nın bağ çitine vardım. Bağın içinden sert bir ses geliyor. Mümin Aga birisini azarlıyor. Çit bitkilerle kaplı olduğu için Mümin Aga beni görmüyor. Eline baltayı almış bir meyve ağacına kesecekmiş gibi sallayıp söyleniyor; "Keseyimmi seni ulan!". Ürktüm. Bizim bağa geri döndüm. Babam beli neden vermediğimi sordu. Ben de; "Mümin Aga kaçırmış galiba." dedim ve olayı anlattım. Babam güldü. Akşam üzeri Mümin Aga ve diğer komşular bizim çardağa çay içmeğe geldiler. Adamda bir tuhaflık yok. Ama bu yaptığı neydi?

Bir akşam üzeri sohbetinde Mümin Aga* babama; "Hilmi efendi**, bu kuyunun suyu yazın azalır. Ancak içecek kadar gelir. Meyve fidanlarını sulayamazsın. Fidanları dikerken diplerine birer sırsız toprak çömlek veya desti koy. İçini su doldurursunuz. Ağzını kiremit parçası ile kapatırsınız. Çömlekten terleme ile dışa çıkan suyu fidan kökü emer ve yaz kuraklığında kurumaz." dedi.
Kabak bana patladı. Bir çuval alıp, hısım akrabayı, komşuları ve tanıdıkları dolaşıp ne kadar kenara atılmış çömlek ve ağzı kırık desti varsa topladım. Eşek arabamız bile yok. Bu çömlek ve destileri çuval ile bağa taşıdım. Fidan çukurlarını kazdık. Desti ve çömlekleri yerleştirdik. Fidanları bunların yanına diktik. Yaz geldi. Kuraklık başladı. Kuyunun suyu çok azaldı. Hafta içinde kimse bağına gelmediği için kuyudaki su artıyor. Ben de suyu çekip, fidanların dibindeki destileri, çömlekleri dolduruyorum.
Ağızlarını kiremit parçası ile kapatıp, üstüne biraz toprak seriyorum. Bayağı yorucu bir iş. Ama fidanlarımız kurumadı.

Aradan yıllar geçti. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Kürsüsünde Ord. Prof. Dr. Asaf Irmak'ın asistanı oldum. Asaf Hoca 1905 doğumlu Yanya göçmenlerinden (Balkan Harbinde çocukluğunda göç etmişler). Hoca ara sıra önemli gördüğü bir kitabı veya makaleyi verir ve incelememi isterdi. "Okudun mu?" diye sormaz, ama birkaç ay sonra o konuda bir bahis açar, görüşümüzü öğrenmek isterdi. Böylece okuyup okumadığımızı da sınamış olurdu. Bir gün İsrail Haber Ajansı'nın (1960-70'lerde İsrail ile ilgili bir haber bülteni yayınlanırdı) bir bültenini verdi. Bültende; İsrail'de yeni tesis edilen meyve bahçelerinde pişirilmiş toprak künkler kullanılarak (toprak içinde terleme yolu ile) sulama yönteminden bahsediliyor ve bu yöntem yeni bir buluş olarak sunuluyordu. Bülteni okudum. Hocanın 1966'da yayınladığı Toprak İlmi kitabının arasına koydum. Göktürkler'in sulama sistemlerinde açık su kanalı yerine bu toprak künkleri kullandıklarını da Yılmaz Öztuna'nın kitabından okumuştum. Aradan birkaç ay geçti. Hoca bir konuşmamızda konuyu sulamaya getirip, bu yöntem ile ilgili bir soru sordu. Ben de; "Hocam, biz bu yöntemi 1951'de bağımızda uyguladık" deyip, Mümin Aga'nın tavsiyesini ve yaptıklarımızı anlattım. Hoca hayretle, ama takdirle yüzüme baktı. O günden sonra ilişkimiz bir hoca/öğrenci ilişkisi şeklinde değil, baba/oğul ilişkisi şeklinde gelişti.

Ağaç ürkütmek olayı ile ilgili olarak da yıllar sonra bir şeyler öğrendim. Bitkilerle ilgili bazı yazıları okudum ve olayları dinledim. Annem de çiçeklerini severdi. Çiçekler de çok güzel açardı. Bu dikkatimi çekerdi. Kedisini sever gibi çiçek sevilip, okşanır mı? Bu tür konular sohbetlerde anlatılır. Bilimsel değer verilmez. Biz orman ekosisteminde madde ile enerjinin dolaşımı ve dönüşümü olayları ile ağaçların büyüme ilişkilerini incelerken kendine özgü ölçme ve değerlendirmelere dayandırılmış bir biyometri uygularız. Bizim çalıştığımız bilim alanında geçerli olan bilgi, deneylere ve ölçmelere dayandırılmış sayısal bulgular ile bu bulgulardan elde edilmiş sonuçları kapsar. Biyometride parapsikolojinin yeri yoktur. Acaba öyle mi? Ancak "Bitkilerin Gizli Yaşamı" adındaki kitap elime geçip de hassas galvanometri ile yapılmış olan ölçmeleri ve değerlendirmeleri okuyunca görüş ufkum genişledi. Bitkilerin sinir sistemleri yok. Ama bitkiler hissediyorlar, karşılaştıkları olaylara karşı olumlu veya olumsuz reaksiyonlar gösteriyorlar. Bu reaksiyonlar da düşük voltajlı elektrik akımı galvanometri ile ölçülerek kaydedilebiliyor. İnsanlardaki manyetik alan oluşumu bitkilerde de var (Kirlian fotoğrafları). Bunlar Mümin Aga'nın meyve vermeyen ağacını balta ile korkutması olayını açıklıyor. Annemin çiçeklerini sevmesini, babamın bana niçin güldüğünü çok sonra kavradım. Bitkiler sevgiyi hissediyorlar. Korkuyorlar. Mümin Aga kaçırmamıştı. Meyve vermeyen ağaç balta ile ürkütülür, derin budanır. Çok eski bahçıvanlar bu yöntemleri bilirlerdi.

Bu anlattıklarım eski halk kültürümüzden küçücük bir bölüm. Bağından, bahçesinden, tarlasından, hayvanından koparılmış, yurdunu terk edip büyük kentlere göç etmeğe mecbur edilmiş olan halkımızın eski kültürü gecekondulaşmaya sebep olan olayların arasında yok oldu.
Bunlar bana hep eski bir Rumeli türküsünü hatırlatır:

Gül ağacı, gül ağacı,
Biz bu illerde yabancı.
İçimde binbir acı.
Gel bade doldur, ver içeyim.
İçeyim de kendimden geçeyim.

 

*Mümin Aga Balkan Harbi göçmeni idi. İlkokulu bitirmiş olmalı. Okumayı, yazmayı bilirdi.

**Babam 1905 doğumlu olup, Çorlu Rüştiyesi (Ortaokul) 1919-20 mezunu idi. O zamanlar rüştiyeyi bitirenlere  efendi diye hitap edilirdi.



1065 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

     21/12/2015 10:25

Sayılarımla, Bu yazınız Çorlunun yakın geçmişinin arkeolojisi üstüne ve manidar!Şu an bahsi geçen coğrafyada yaşayanlar için bir anlamı yok,çünkü tamamı binaların ve onlara hizmet veren yollarla kaplı(eski deyimle"yerinde yeller bile esmiyor!"). Siz güçlü kaleminizle bugünün gençlerine adeta bir öyküymüş gibi sunuyorsunuz o günleri.Çok değil altmış yıl öncesi,yaşıtlarımın kuyruğundan yakaladığı bir yaşam. Vay Hocam, vay!çocukluğumun fıkara,ama hayal dolu günleri için binlerce teşekkür... Kardeşin (kabul edersen?)mehmet Tansuğ.
Mehmet Ata Tansuğ

Yazarın diğer yazıları

Çevreye Katkı Özel Ödülü - 22/09/2020
Çevre konusundaki çalışmalarım Mimarlar Odası'nca ödüle değer bulundu. Ben bir yurttaş olarak sadece görevimi yaptığıma inanıyorum.
İstanbul Havalimanı gerçeği - 10/03/2019
Bir yanlış kararın neden olabileceği tehlikelere dikkati çekmek istiyorum.
Yürü bre Kemal Bey - 22/06/2017
Türklerin 3 H'si vardır
Dr. Sabri Kişmiroğlu - 18/04/2017
Çorlu'nun unutamadığı yardımsever bir hekimdi.
Kabak suyu öyküsü - 26/01/2017
Kıssadan hisse çıkartılacak bir öyküdür bu!
Ali Dayı türküsü ve oyun havası - 14/01/2016
Trakya’da mahalle ve köy düğünlerinde söylenip, oynanan şiirli, şarkılı oyunlardan biri de “Ali Dayı” Türküsü ve oyun havasıydı.
Yeni Yılınız Kutlu Olsun - 29/12/2015
Sonsuzluğun içinde sonsuzluğa yürüyenlerdeniz. Elbet bu çölü de geçeriz.
Metrodaki kemancı - 10/12/2015
Ben genellikle sıradan bir insan olarak halkın arasında dolaşırım. Alnımda profesör yazmıyor ya!
Halk TV'den Haberler
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Hava Durumu